Milli Kütüphaneden kitap ödünç alınır mı ?

Serkan

New member
Milli Kütüphane’den Kitap Ödünç Alınır mı? Bir Günlük Forum Macerası

Selam dostlar, geçen hafta başıma öyle bir olay geldi ki hâlâ gülüyorum. Belki siz de yaşamışsınızdır, belki de benim kadar takıntılı biri olarak kütüphanelerle uğraşmamışsınızdır ama anlatmadan duramayacağım. O gün “Milli Kütüphane’den kitap ödünç alınır mı?” diye sormakla başlayan bir merak, sonunda mini bir sosyal deney ve forum tartışmasına dönüştü.

Bir Pazar Sabahı ve “Araştırmacı Ruh”

Pazar sabahıydı. Kahvemi elime almış, araştırma ödevim için kaynak arıyordum. İnternette bulduğum kitapların çoğu Milli Kütüphane’de görünüyordu. O anda içimden şu geçti:

“Acaba bu kütüphaneden kitap ödünç alınabiliyor mu? Yani sadece orada mı okuyabiliyoruz?”

Google’a yazdım, ama bir yandan da içimde bir heyecan vardı. Bu sadece bir bilgi arayışı değil, sanki geçmişle bir temas kurmak gibiydi. Çünkü Milli Kütüphane, çocukluğumda babamın hep “Devletin hafızasıdır” dediği o büyük yerdi.

Ve işte orada devreye iki arkadaşım girdi: Cem ve Elif.

Cem’in Stratejik Planı

Cem tipik bir çözüm odaklı adamdı. Her şeyde sistem arardı. Ona meseleyi anlatınca hemen ciddi bir yüz ifadesi takındı:

“Bak kardeşim,” dedi, “bu işte prosedür vardır. Önce üye olursun, sonra hangi kitapların ödünç verildiğini kontrol edersin. Her kitap ödünç verilmez. Stratejik yaklaşacaksın.”

Elini cebine atıp not defterini çıkardı. Evet, gerçekten not defteri taşıyan biriydi.

“Önce çevrimiçi katalogdan sorgulama yapacağız. ISBN numarasını not edeceğiz. Sonra kütüphane görevlisine gidip ‘Bu eser ödünç verilebilir mi?’ diye soracağız. Eğer ‘Referans kitabıdır’ derse, rafta okuyacağız. Ama derleme dışı bir kitapsa ödünç alma şansımız var.”

Ben şaşkınlıkla baktım. Cem’in planı, sanki bir operasyon haritası gibiydi.

O sırada Elif gülümsedi, gözlerini devirdi:

“Cem, sen her şeyi proje gibi görüyorsun. İnsan biraz hisseder, sorar, belki görevlilerle tatlı bir sohbet kurar. Kitaplar sadece bilgi değildir, onları koruyan insanların da hikâyeleri vardır.”

Elif’in Empatik Yaklaşımı

Elif, her konuya duygusal bir pencereden bakardı. Onun için kütüphane sadece kitapların toplandığı bir bina değil, sessiz bir topluluktu.

“Bak,” dedi, “kitap ödünç alınmasa bile orada saatlerce oturmak bile bir deneyimdir. Belki o kitabı rafta eline almak, koklamak bile yeter. İnsan bazen sahip olmak yerine, o anı yaşamak ister.”

Forumda bunu yazsam, eminim yarısı Cem gibi ‘prosedür önemli’ der, yarısı da Elif gibi ‘deneyim önemli’ diye düşünürdü.

İşte o gün ben her iki bakışın da haklı olduğunu fark ettim. Çünkü bilgiyle duygunun kesiştiği yer tam da Milli Kütüphane gibi yerlerdeydi.

Milli Kütüphane’de İlk Adım

Pazartesi sabahı yola çıktım. Ankara’da hava soğuktu ama içimde garip bir merak vardı. Milli Kütüphane binasının önünde durup kafamda aynı soru döndü: “Gerçekten kitap ödünç alınır mı?”

İçeri girer girmez o eski kâğıt kokusu, sessizliğin içindeki o dingin enerji... Görevliler kibarca karşıladı. Üyelik kartımı çıkardım. Cem’in sesi kulağımda:

“Prosedür, dostum. Her zaman prosedür.”

Görevliye sordum:

“Affedersiniz, buradan kitap ödünç alabiliyor muyuz?”

Kadın gülümsedi.

“Milli Kütüphane esasen arşiv kütüphanesidir. Kitaplar burada korunur, referans amacıyla kullanılır. Ancak bazı yayınlar, özellikle derleme dışı materyaller, araştırma izniyle sınırlı süreli çıkarılabilir. Yani teknik olarak ödünç alınabilir ama genel uygulama yerinde kullanımdır.”

Cem haklıydı. Ama sonra kadın görevli ekledi:

“Bazı özel durumlarda, kurumlara veya akademik çalışmalara destek amacıyla ödünç verme yapılabiliyor.”

Elif’in sesi bu kez kulağımda yankılandı:

“Bak, her şey prosedür değildir. İnsanlar arası ilişki, samimiyet de kapı açar.”

Gerçekten de o görevlinin sıcak yaklaşımı, konuyu bir “izin formu”ndan daha anlamlı hâle getirmişti.

Forumda Başlayan Tartışma

Akşam eve döndüğümde, yaşadıklarımı bir forumda paylaştım. Başlık attım:

“Milli Kütüphane’den kitap ödünç alınır mı? Deneyimimi paylaşıyorum.”

Dakikalar içinde yorumlar geldi.

Bir kullanıcı yazdı:

“Benim de babam orada yıllarca çalıştı, çoğu kitap arşivdir, ama izinli kullanımlar var. Milli Kütüphane’nin olayı zaten korumaktır.”

Bir diğeri:

“Arkadaşlar, duygusal konuşmayalım. Sistem açık: Kitaplar derleme eser statüsündedir, dışarı çıkarılamaz. Nokta.”

Hemen altına Elif gibi biri yazmıştı:

“Bence mesele kitabı ödünç almak değil, oradaki atmosferi hissetmek. O sessizlikte bir şeyler yazmak bile ilham verici.”

Bu tartışma saatler sürdü. Erkek kullanıcılar mevzuya yönetmeliklerden, mevzuatlardan, “Derleme Kanunu”ndan girdiler. Kadın kullanıcılar ise “kitapların dokusundan”, “kitapla kurulan bağdan” bahsetti.

Bilgiyle Duygunun Kesiştiği Yer

Ertesi gün Cem ve Elif’e forumdaki tepkileri gösterdim. Cem gururla güldü:

“Bak, sistem kazandı.”

Elif gülümsedi:

“Hayır, bence insanlar kazandı. Çünkü herkes kendi tarzıyla kitaplara dokundu.”

O an fark ettim: Milli Kütüphane’den kitap ödünç almak aslında bir simgeydi. Bilginin erişimiyle, duygunun paylaşımı arasındaki o ince dengeyi temsil ediyordu.

Evet, teknik olarak çoğu kitap ödünç alınamaz ama asıl mesele kitabı eve götürmek değil; o bilgiye ulaşabilmenin saygısını hissetmektir. Cem’in planı olmadan sistemi anlayamazdım, Elif’in duygusallığı olmadan o günü anlamlandıramazdım.

Son Söz: Sizce Hangisi Daha Değerli?

Şimdi soruyorum size, sevgili forum ahalisi:

Bir kitabı gerçekten “sahiplenmek” onu çantanıza koymakla mı olur, yoksa onu orada, sessiz bir masada okuyup hayatınıza dokundurmakla mı?

Erkeklerin rasyonel yaklaşımı mı daha doğru, yoksa kadınların sezgisel ve empatik yaklaşımı mı daha anlamlı?

Belki de her ikisi. Çünkü bilgi, stratejiyle ulaşılır ama anlam, duyguyla yaşanır.

Ve belki de Milli Kütüphane, tam da bu iki dünyanın buluştuğu o sessiz köşede, her birimizin içindeki okuyucuyu bulmamız için oradadır.