İnsanlık somut mu soyut mu ?

Serkan

New member
İnsanlık Somut mu Soyut mu? Sosyal Yapıların Gölgesinde Bir Kavram

Selam dostlar,

Son zamanlarda “insanlık kalmadı” cümlesini ne kadar sık duyar oldum fark ettiniz mi? Her trajik haberin, her adaletsizlik hikâyesinin ardından bu söz yankılanıyor sanki. Ama durup düşündüm: İnsanlık dediğimiz şey gerçekten var mı? Eğer varsa, o ne kadar somut, ne kadar soyut bir kavram? Belki de “insanlık”, varlığını insanların eşitliği, adaleti ve vicdanı ne kadar hayata geçirdiğine göre şekillendiriyor.

Bu yazıda insanlığı; toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf ekseninde ele alarak tartışmak istiyorum. Çünkü insanlık yalnızca bireysel bir vicdan değil, sosyal yapıların inşa ettiği bir aynadır.

---

I. İnsanlık: Tanımı Belirsiz Bir Gerçeklik

“İnsanlık” denilince kimimizin aklına yardımseverlik geliyor, kimimizin aklına adalet, kimimizin ise sadece “insanca yaşama hakkı.”

Felsefeci Hannah Arendt, The Human Condition adlı eserinde insanlığı, “birlikte yaşama becerisi” olarak tanımlar. Bu tanım bize önemli bir ipucu verir: İnsanlık bireysel değil, kolektif bir olgudur.

Ama burada bir sorun başlıyor: Eğer insanlık kolektifse, o kolektifi kim temsil ediyor?

Erkekler mi, kadınlar mı? Zenginler mi, yoksullar mı? Beyazlar mı, siyahlar mı?

Bu soruların cevabı, insanlığın soyut bir ideal olmaktan çıkıp somut bir mücadele alanına dönüştüğünü gösteriyor.

---

II. Toplumsal Cinsiyet: Empati ve Çözümün Kesişim Noktası

Kadınların tarih boyunca insanlık adına verdikleri mücadele çoğu zaman görünmez kılındı. Kadınlar empatiyle, ilişkisel bir anlayışla toplumu dönüştürmeye çalışırken, erkeklerin çözüm odaklı yaklaşımları genellikle sistemsel değişimlerin merkezinde yer aldı.

Kadınların insanlık kavramına katkısı genellikle “bakım emeği” üzerinden şekillendi: çocuk yetiştirmek, hasta bakmak, duygusal dengeyi korumak. Bunlar görünmez ama hayati alanlardır.

Bu görünmezlik, feminist teorisyen Silvia Federici’nin belirttiği gibi, kapitalist sistemin “kadın emeğini doğallaştırma” stratejisinden beslenir.

Erkeklerse genellikle insanlığı kurumsal düzeyde temsil ettiler: yasa koyucular, liderler, askerler, kurtarıcı figürler. Ancak burada da bir paradoks var. Erkeklerin çözüm odaklılığı bazen empatiyi dışarıda bırakabiliyor.

Gerçek insanlık, bu iki yaklaşımın dengelendiği yerde filizleniyor: hem duygusal hem yapısal adaletin var olduğu noktada.

---

III. Irk ve İnsanlık: “Biz” Kimin İçin Geçerli?

Tarih boyunca “insanlık” kavramı evrenselmiş gibi sunuldu, ancak çoğu zaman belirli bir ırkın sınırları içinde tanımlandı.

Kolonyal dönemlerde Avrupalılar kendi değerlerini “insanlık standardı” olarak dayatırken, sömürgeleştirdikleri toplumları “medenileştirilmesi gereken” ötekiler olarak gördüler.

Frantz Fanon, Siyah Deri, Beyaz Maskeler kitabında bu durumu çarpıcı biçimde anlatır: “İnsaniyet, beyaz adamın yüzünde temsil edilir.”

Yani tarihsel olarak “insan” kategorisine kimlerin dâhil olacağı bile iktidar tarafından belirlenmiştir.

Bugün hâlâ mültecilerin denizlerde ölmesine sessiz kalabiliyorsak, insanlığın soyut bir idealle sınırlı kaldığını söylemek yanlış olmaz.

Gerçek insanlık, sınırları aşabildiği ölçüde somutlaşır.

---

IV. Sınıf Gerçeği: İnsanlık Eşitliği Ekonomik mi?

İnsanlık kavramı, sınıfsal farkları yok saydığında içi boş bir ideal haline gelir.

Bir işçinin, bir CEO kadar “insanca” yaşama hakkına sahip olması gerektiğini teoride herkes kabul eder, ama pratikte eşitlik hâlâ ulaşılmaz bir lüks gibidir.

Karl Marx’ın “yabancılaşma” kavramı burada kritik önemdedir. İnsan emeğini yalnızca üretim nesnesine indirgeyen sistem, insanın öz değerini de metalaştırır. Bu durumda “insanlık” artık soyut bir vicdan değil, ekonomik bir ayrıcalık haline gelir.

Kadın işçiler için bu tablo daha da ağırdır: düşük ücret, güvencesizlik, cinsiyetçi ayrımcılık.

Yani sınıf mücadelesi, toplumsal cinsiyetle birleştiğinde insanlığın sınırları daha net görünür hale gelir.

---

V. Empati, Strateji ve Dönüştürücü İnsanlık

Bugün insanlık dediğimiz şey, hem bireysel hem toplumsal bir inşadır. Kadınlar empatik bir bakışla sosyal ilişkileri güçlendirirken, erkekler stratejik çözümlerle yapısal değişim yaratma potansiyeline sahiptir.

Ancak bu iki yön birbirinden bağımsız düşünülemez.

Toplumsal değişim, sadece yasal düzenlemelerle değil, duygusal farkındalıkla da mümkündür.

Bir kadın mültecinin yaşadığı travmayı anlamak, ya da düşük gelirli bir erkeğin sistem baskısıyla nasıl ezildiğini görmek… işte gerçek insanlık o anda somutlaşır.

Empati duygusu, soyut bir ideali ete kemiğe büründürür.

Stratejik çözüm ise bu duygunun kalıcı dönüşüme evrilmesini sağlar.

---

VI. İnsanlığın Ölçüsü: Ne Kadar Eşitiz?

Bir toplumu “insani” yapan şey, yasaları değil, davranışlarının toplamıdır.

Eğer bir ülkede kadınlar gece sokakta korkmadan yürüyemiyorsa, işçiler emeğinin karşılığını alamıyorsa, göçmenler kimliklerinden ötürü dışlanıyorsa — orada insanlık hâlâ soyut bir kavramdır.

Ama bir çocuk okulda arkadaşına yardım ettiğinde, bir erkek bir kadının sesini susturmak yerine dinlediğinde, bir toplum “biz” derken herkesi kapsayabildiğinde — işte o zaman insanlık somut hale gelir.

---

VII. Sonuç: İnsanlık, Hem Soyut Hem Somut Bir İnşa

İnsanlık soyut bir kavramdır, çünkü vicdan, empati ve adalet gibi görünmez değerlerden beslenir.

Ama aynı zamanda somuttur, çünkü bu değerler davranışlarla, kurumlarla ve sosyal ilişkilerle şekillenir.

Bir anlamda insanlık, hem zihinlerde hem sokaklarda yaşar.

Eğer adalet, eşitlik ve empati bir toplumun temel normu haline gelirse, insanlık artık sadece “konuşulan” değil, “yaşanan” bir gerçeklik olur.

---

VIII. Okura Soru

Sizce “insanlık” dediğimiz şey bir duygu mu, bir eylem mi, yoksa bir sistem midir?

Bir toplumu gerçekten insani kılan şey bireylerin kalbi mi, yoksa o kalbin attığı toplumsal düzen mi?

Belki de insanlık, tam da bu soruların arasındaki boşlukta nefes alıyordur.

---

Kaynaklar:

- Arendt, H. (1958). The Human Condition. University of Chicago Press.

- Fanon, F. (1952). Black Skin, White Masks. Grove Press.

- Federici, S. (2004). Caliban and the Witch. Autonomedia.

- Marx, K. (1844). Economic and Philosophic Manuscripts.

- Crenshaw, K. (1989). Demarginalizing the Intersection of Race and Sex. University of Chicago Legal Forum.

---

Son söz: İnsanlık ne tamamen soyut bir hayal ne de sadece somut bir gerçekliktir — o, biz onu ne kadar yaşatabiliyorsak o kadar vardır.